Yağlı Güreş, Anaadolu ve Rumeli topraklarında yüzyıllardan beri Türk milletinin kültürünü ve savaşçılık özelliklerini yansıtan ve asırlara dayanan binlerce yıllık kuşaktan kuşağa geçen Türklerin ataları ile aralarında bağ kuran bir spor dalıdır. Türk milleti geçmiş çağlardan günümüze kadar güreşe ayrı bir ilgi ve alaka göstermiştir çünkü güreş, Türk ata sporudur bu yüzdendir ki her zaman halk bu spora saygı ve sevgi ile bakmıştır. Arkadaşları ile güreşe tutuşmamış bir Türk genci yoktur. Güreş, kimi lehçelerde mücadele anlamına gelmektedir. Yağlı Güreş, güreşçilerin bedenlerine yağ sürerek mücadele ettikleri için bu şekilde adlandırılır. Er meydanı dedikleri çayırlarda yağlı güreş müsabakaları düzenlenir.
Eski Mısır ve Yunan medeniyetlerinde de askerlerin vücutlarını yağlayarak güreş yaptıklarını ve müsabaka ettiklerini bilmekteyiz, ancak Türk halkı güreşi sadece mücadele aracı olarak üstünlük sağlamak için görmemiş ve pehlivanlar her zaman birbirlerine saygı ile yaklaşıp takdir etmişlerdir. Düğün törenlerinde, zafer şölenlerinde ve baharın gelişini kutlamak maksadıyla Türk milleti güreşi hayatlarının vaz geçilmezi haline getirmişlerdir. Mısır ve Yunan medeniyetlerinin ellerinde ki yazılı kaynaklar daha önceden onların bu sporu yaptıklarını gösterse de, Türk sözlü edebiyatı aksini iddia etmekte ve Türklerin daha evvelden bu sporu yaptıklarını dile getirmektedir (Türklerin M.Ö. 4. Yüzyıldan beri güreş yaptıkları bilinmektedir). Milletimizin güreşe duyduğu ilgi ve alaka da bunun kanıtlar nitelikte kültürümüzde yer tutmaktadır.
Yağlı Güreş, güreşçilerin vücutlarını mücadele öncesinde yağ ile yıkamalarından dolayı müsabıkların birbirlerini tutmaları zorlaşmış olmasından dolayı büyük bir kuvvet ve teknik karar gerektiren bir spordur. Yağlı güreşin temeli güreşçinin ayakta durabilmesine, devrilmemesine yani dengeye dayanmaktadır. Diğer spor dallarında da etkili olan denge konusu Yağlı Güreş’e gelindiğinde daha ön plana çıkmaktadır çünkü yere düştüğünüzde hakem rakibinize köşeye gitmesini söylemez ve size yerden kalkmanız için 10 a kadar saymaz. Müsabıkınız yaptığınız ilk hatada üzerinize çıkar ve sizi tuş etmek için elinden geleni yapar. Bu yüzden ustalık gerektiren bir spordur ve dengesini oluşturabilen sporcular sırtı yere gelmez babayiğitlere dönüşürler.
Güreşler ilk zamanlarda güreşçilerin biri galip gelene kadar sürerken, oluşturulan kurallarla, yağlı güreşe süre ve puanlama sistemi dahil edilmiştir. Edirne’nin Kırkpınar adlı bölgesinde ilk yağlı güreşin yapıldığı ve bu mücadelenin 3 gün sürdüğü ve müsabıkların birbirlerini yenemeyip, 3’üncü günün sonunda yorgunluktan bitap düşüp can verdikleri söylenir. Bu rivayet Kırkpınar Yağlı Güreşlerinin miladı olarak kabul görmektedir. Osmanlı Devleti’nin kontrolündeki yağlı güreşler devlet kontrolü ve himayesinde yapılmaktaydı yani Osmanlı Devleti, o dönemde güreşi federasyon çatısı altında toplamış ve büyük bir alaka göstermiştir. Eski (yaşlanan) pehlivanlar hocalık yapmış, güreş tekkeleri kurulmuş ve yağlı güreş müsabakaları düzenlenmeye başlanmıştır. Bugünkü haliyle, Edirne Sarayiçi’nde yapılan 650 yıllık bir tarihe sahip Kırkpınar Yağlı Güreşleri, bu sporun Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olmasına ve insanların gurur kaynağı haline geldiği bir spor kültürü olmuştur. Günümüzde yağlı güreş, Türkiye Güreş federasyonuna bağlı olarak faaliyetlerini sürdürmekte ve müsabakalar düzenlenmektedir.
Dünyada ilk işçi grevi ve bir ülkenin eyalet sistemi ile yönetilmesi anlayışıda Osmanlı’ya aittir. Eğer araştırırsanız ‘’Alamet’’ adlı dünyanın ilk robotunun da Osmanlı Devletinde Cennet Mekân Sultan II.Abdülhamit Han zamanında yaptırılıp Japonlara hediye edildiğini öğreneceksiniz. Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye sadece bilimde, dilde (rika yazısı), şiirde, ekonomide, mimaride, sanatta ve kültürde ilklere imza atmakla kalmayıp günümüz sporunun temelini teşkil eden transfer ve sponsor uygulamalarıyla da geleceği aydınlatmış ve ilim insanlarına verdiği değer ile günümüze ışık olmuştur. Amerikalıların demektedir ki: Biz mimariyi Roma’dan, devlet yönetimini ise Osmanlı’dan aldık ve uyguladık. Günümüzde onlarca milleti tek bayrak altında toplaması ve onları barış içinde yaşatıyor olmasının sırrı geçmişte Osmanlının 72 milleti tek çatı altında yönetişinin gizeminde saklıdır.
Gençlik Spor Genel Müdürlüğü’nce hazırlanan ”Türk Dünyasında Ortak Sporlar” isimli kitapta yer alan bilgiler, Devlet-i Aliye-i Osmaniyye’nin sporda çıkardığı kanun ve yaşattığı yüzlerce yıllık kültür ile spor kültürü ve ahlâkında da günümüz sporuna ilham kaynağı olduğunu biz Osmanlı torunlarına göstermektedir. Osmanlılar, daha önceki dönemlerden devraldığı güreş, okçuluk, binicilik ve avcılık gibi evrensel sporların geleneklerini hem savaş eğitimi, hem de müsabaka sporları olarak, geliştirerek yaşamış ve yaşatmışlardır. Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’de spor için meydanların vakfedilmesi, spor için gerekli elbiselerin üretilmesi, sporun tekkelerle bütünleştirilmesi, bazı sporlarda bir tür okullaşma ve sporu kurumsallaştıran ilk devlet olma özelliği ile spora ne kadar değer verildiğini bizlere göstermektedir.
BOKS’UN TARİHÇESİ
Boks sporu yalnız günümüz dünyasının değil, tarihte de insanların büyük bir ilgi ile takip ettikleri, insanlığın mücadeleye karşı duyduğu heyecan M.Ö. 3000 yılında Sümerler ve M.Ö. 2000 yılında antik Mısır tarafından boksun ilk resim kabartmaları yapılmış olup, her iki kabartmada da karşılıklı müsabaka yapan iki dövüşçü tasvir edilmiştir. Bu tasvirlerden de görmekteyiz ki boks geçmişten günümüze değin pek çok yeniliğe kapı açmış ve farklı tarzları sinesine barındırmıştır ki bu yargıya kapılmamızın sebebi kabartmalarda boksörlerin çıplak elle resmedilmesinden kaynaklanmaktadır. 1927 yılında Dr. Speiser isimli arkeolog Bağdat’ta yaptığı çalışmalar sonrası Mezopotamya taş tabletlerini (bu tabletlerin 7000 yıllık olduğu tahmin edilmektedir) keşfetmiş ve bu tabletlerin bir kısmında iki dövüşçünün ödüllü bir müsabaka için savaştığını ortaya çıkarmıştır.
Elimizdeki yazılı kaynakları inceleyecek olursak M.Ö. 625 yılında ki Homeros’un İlyadası bir boks müsabakasına ait detaylı bilgileri sinesinde barındıran yazılmış ilk eser olması ile boks dünyasının sahip olduğu ilk kitabıdır. İlyada’ya göre burada ki anlatım zafer kazanan boksörlerin büyük törenlerle ve eğlencelerle ödüllendirildiğini belirtmektedir. Kuralları da içerisinde barındıran ilk boks müsabakası M.Ö. 900 yılında yaşadığı tahmin edilen efsanevi Theseus icat etmiştir. Yunan Kahramanı Theseus’un kuralları açık ve netti, karşılıklı iki kişi oturtularak, yumruklarıyla birbirlerini dövüyordu ve müsabaka boksörlerden birinin hayatını kaybetmesi ile sona eriyordu. Tarihteki efsanevi boksörlerden biri de Spartans’tır ki Boks müsabakalarına günümüze yakın bir hal almasını sağlayacak büyük katkılarda bulunmuştur. Olimpik bir spor dalı olarak ilk kez M.Ö. 688 yılında kabul edilmiş ve bu olimpiyatlarda boks, Pygme ve Pygmachia olarak adlandırılmıştır. Burada mücadele eden boksörler antrenmanlarını da boks torbalarıyla yapmışlardır. Eski Yunan’da boksörler dövüşlerde kendilerini rakiplerinden korumak amacı ile bellerine, bileklerine ve yer yerde göğüslerine deriden yapılmış kemerler takmakta ancak parmaklarını korumasız bırakmışlardı.
Romalılar zamanında Etrüskler (Roma’ya göçmüş bir Türk kavmi olduğu iddia edilir)’in gelişi ile Roma’ya iki farklı boks sporu da gelmiştir. Romalılar, şehir meydanlarında ve askerlerin sefere çıktıkları dönemlerde halk boksa büyük bir ilgi göstermiştir ki boks o zamanlar Roma’da çok popüler bir spordu. Gladyatörlüğün kapılarını açan Etrüskler, halka özgürlüğün mücadele ve azim ile sağlanabileceğini göstermişlerdir ki bu boks müsabakasında genellikle köleler ve suçlular dövüşüyor ve en iyi olanları imparatorun rızası ile özgürlüğüne kavuşa biliyordu. O kadar ilgi gören bir spordu ki kimi zaman hür erkek, kadın ve hatta aristokratlar Kolezyum’a çıkıp dövüşlere katılıyor ve mücadeleden üzerlerine düşen payı alıyorlardı ki müsabakalar çoğunlukla ölüm ve yaralanma ile bittiği için açıklamaların yetersiz olduğunu dahi söyleyebilirsiniz.
Boks, Roma dünyasında öylesine ilgi görüyor ve popülaritesini öylesine koruyordu ki nadiren de olsa İmparatorlar dahi çıkıp dövüşlere katılıyorlardı çünkü halk takım tutar gibi dövüşçü tutuyor ve savaşçıların efsaneleştiğini gören İmparatorlar bu ilgi alakayı kıskandıklarından dolayı dövüşlere katılmaktaydı. Bu imparatorlardan Sezar Neronis bu müsabakaları bizzat desteklemiş ve yakından takip etmiştir ki İmparatorların görevlerini ve halkına karşı olan rumlulukları düşünüldüğünde o çağlarda hiçte sıradan bir olay değildir. İlerleyen dönemlerde Theodosius tarafından 393 yılında boks sporu olimpiyatlardan kaldırılmıştır ve 500 yılında boks sporu imparator Büyük Theodoric tarafından Tanrı’ya hakaret edildiği gerekçesi ile resmi olarak yasaklanmıştır. Theodoric’in bu boksu yasaklatma sebebi Tanrı’nın var ettiği insan suretini değiştirmesinden dolayı, yaratana hakaret edildiğini düşünmüş ve insanların bu davranışlara devam etmemesi için müdahalede bulunmuştur. Bu yasa büyük şehirlerde itina ile takip edilmiş ve uygulanmıştır, ancak küçük şehirlerde durum aynı şekilde cereyan etmemiş ve boks binlerce yıllık süre gelen varlığını devam ettirmeyi başarmıştır. Aynı zamanda analiz yapacak olursak, Roma İmparatorluğu hâkimiyetini sadece büyük şehirlerinde sağlayabilmiş ve elinde ki küçük şehirleri, büyük şehirlerin gücü ile tutabilmiştir. Bu dönemde Batı Avrupa’da artık Roma İmparatorluğundan ayrılmıştı, ancak Roma ile gelen Boks Ortaçağ’a kadar popülaritesi sürdürerek devam etmiştir.
Batı Roma İmparatorluğunun çöküşü ile boks sporuna ait teknik aktivitelerin yer aldığı kaynaklar yok olmuştur. Savaşların giderek artmasından dolayı yumruk dövüşlerine olan ilgi zamanla yerini silahlı dövüşlere bırakmıştır. Ancak 12. Ve 17. Yüzyıllarda boks sporu İtalya’nın bazı bölgelerinde devamlılığını sürdürmeyi başarmıştır ki kültürel faaliyetler haline gelen bokstan insanlar vaz geçememişlerdir. Boks eski şöhreti ile 18. Yüzyılın İngiltere’sinde çıplak elle yapılan müsabakalarda yeniden ortaya çıkmayı başarmıştır. İlk müsabaka 1681 yılında Londra Protestan Mercury’de yapılan ödüllü dövüşlerin dökümanları günümüze kadar ulaşmıştır ve ilk eldivensiz boks şampiyonu 1719 yılında düzenlenen müsabakaların hepsini kazanan James Figg’tir. Bu tarihin ardından bu spor dalı kendi ismi olan ‘’boxing’’ yani boks ilk defa kullanılmaya başlanmıştır. 1719 yılı itibariyle James Figg, Londra’da bir ring kurarak dersler vermeye başlamıştı, ayrıca antrenörlüğünün yanı sıra kendisine meydan okuyan rakipleriyle müsabakalara devam etmiş ve dövüşlere çıkmıştı. 18. Yüzyılda boks inanılmaz derecede kaotikti çünkü dövüşlerde yazılı kurallar yoktu hakem, raunt limiti, kilo ayrımları yoktu ve kenarda size havlu uzatan, su veren biri hiç mi hiç yoktu.
Ağırsiklet Şampiyonu Jack Broughton tarafından boks müsabakalarında ölümlerin önlemesi amacıyla 1743 yılında ilk boks kuralları insanlara tanıtılmaya başlanmıştır. Bu sebepledir ki bu kurallar ‘Broughton’ kuralları olarak adlandırılmaktadır. Bu kurallara göre boksörler yere düştükten sonra 30 saniye içinde ayağa kalkamazsa maçı diğer taraf kazanır ve zamanında kalkamayan boksör maça devam edemez. Aynı zamanda yere düşen boksörlerin yumruklanması yani yerde maça devam etme de Broughton kuralları ile yasaklanmıştı. Ayrıca kendisi seyirciler önünde düzenlenen büyük gösteri maçlarında ve antrenmanlarda kullanılan bezden yapılmış bir eldiveni de boks dünyasına takdim etmiştir.
İngiltere boks dünyasında pek çok ilklere imza atmıştır ki onlardan biride Birmingham şehrindeki başarılı boksör William Futrell tarafından 18. Yüzyılın sonuna doğru ilk boks gazetesi yayınlanmıştır. William Futrel 9 Haziran 1788 yılında Londra’nın güneyindeki Smitham Bottom meydanında düzenlenen maçta kendisinden çok daha genç rakibi ile yaptığı 1 saat 17 dakika süren maça kadar yenilgisizdi. Bu maçtan büyük bir şöhret kazanan 19 yaşında ki John Jackson’ı izleyenler arasında Galler Prensi de bulunmaktaydı. 1814 yılında boks müsabakalarını kontrol edebilmek için tarihe geçen ilk boks kulübü olan ‘London Prize Ring’ boks kulübü kuruldu ve kuralları Amerika Birleşik Devletleri tarafından da kabul gördü. 1838 senesinde Londra Prize Ring kuralları yazıya alındı ve daha sonra 1838 de kaleme alınan kurallar 1853 senesinde daha kapsamlı ve ayrıntılı bir çalışma ile koşullar yeniden yazıldı. Bu koşullara göre dövüşler 7×3 metrekarelik etrafı halatlarla çevrili kare şeklindeki ringlerde yapılacak ve boksörlerden biri yere düştüğü vakit 30 saniye içerisinde ayağa kalkabilirse hakem müsabakayı kaldığı yerden devam ettirecekti. Isırmak, kafa atmak, belden aşağıya vurmak yasak hareket olarak değerlendirilecekti. (Bu kurallar ilk kez James Deaf’in ve Williams Bendigo’nun İngiltere Şampiyonasında yaptıkları maçta uygulanmıştı).
19. yüzyıla gelindiğinde boks sporu legal ve illegal şüpheleri içinde barındırıyordu ve meşruluğu sorgulanıyordu çünkü müsabakalar çoğu kez kumar oynanan mekânlarda düzenleniyor ve dövüşçülerin üzerinden bahis oynanıyordu. Bu yüzden İngiltere’de resmi olarak yasaklanmış ve Amerika Birleşik Devletlerinde de illegal maçlar yasaklanmıştı çünkü sporcuların sağlığını hiçe sayan bu müsabakalarda sokak kavgası tarzı devam etmişti. Ayrıca ödüllü dövüşlerde para için taraflar isyan etmekte ve ayaklanma çıkardıkları için kaos ortamından huzursuz olan devlet otoriteleri tarafından da hoş karşılanmamaktaydı, ancak tüm olanlara rağmen bu dönemde etkileyici tekniklerle insanların gözlerini kamaştıran eldivensiz şampiyonlar vardı.
1867 yılında Marquess of Queensberry kuralları, ilk kez John Chambers tarafından Londra’da düzenlenen hafif sıklet, orta sıklet ve ağır sıklet amatör boks şampiyonası için Lillie Bridge bölgesinde dökümanlar taslak haline getirilmişti. Toplam 12 kuraldan oluşan bu boks yasaları daima Marquess of Queensberry’in ismiyle anıldı. Rauntlar günümüzde ki gibi 3 dakika olarak sınırlandırılmış ve müsabıklara her raunt arasında 1 dakikalık dinlenme süresi verilmişti. Eğer boksörlerden biri dengesini kaybederek veya aldığı darbelerden dolayı yere düşerse tekrar maça başlamak için 10 saniye sayılıyor ve belden sarılmalar bu kurallar ile yasaklanıyordu. Bu kurallar dahilinde yeni tasarlanan eldivenlerin tanıtılması dövüşleri baştan aşağıya değiştirmeye başladı. Dövüşlerde kullanılmaya başlanan şişmiş standart eldivenlerin bileklerden bağcıklı olması rakipten gelen vuruşları artık bloke etmede kullanılabiliyordu. Eldivenler boks dünyasının doğasını baştan sona değiştirmişti çünkü dövüşçüler artık stratejik yönden rakibin üstüne gitmeye başlamışlardı. Yalnız dövüşçünün gücü değil; kaçma, kontra atak, fent, step, gard alma gibi saldırı ve savunma yönünden yenilikler boksun içinde ki güzelliği ortaya koymaya başlamıştı.
Boks spor camiasında kendine hiçte kolay yer bulamamış ve toplulukların saygısını kazanmak için bir hayli zorlanmışlardır. Böyle bir devirden kısa bir süre sonra boksun resmileştirilmesi için boks komisyonları ve diğer boks organları kurulup, nüfuslu kişilerin ünlü boksörlere sponsor olmasıyla desteklenmişlerdir. 1892 yılında New Orleans’da Sullivan ve Corbett adlı iki boksörün mücadeleleri sonrası Corbett’ın maçı kazanması ile dünyanın ilk ağır sıklet boks şampiyonu olmuştur. Ardından Sullivan’dan Jack Dempsey’e kadar efsane şampiyonlarla boks şöhretini hiç olmadığı kadar arttırmıştır. 20. Yüzyılın ortalarında şiddetle gelişen ve ilerleyen teknoloji boksun dünya genelinde yaygınlaşmasına imkân sağlamıştır. Sayıları milyonları bulan boks severler için bu apayrı bir sevinç kaynağı olmuştu çünkü hayranları evde radyo ve televizyon başından maçları takip etme olanağı bulmuşlardı. Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi iki boksörü olarak kabul edilen Muhammed Ali ve Joe Fraizer karşılaşması gece yarısı olmasına rağmen radyo ve televizyondan milyonlarca insan tarafından izlenilerek tüm reyting rekorlarını kırmıştır. 1990’lı yıllardan itibaren internetin keşfinin verdiği kolaylıklar boks sporunu çok daha fazla insan tarafından takip edilmesine ve bilgi edinmesine olanak sağlamıştır.
Boks dünyanın en zor ve ağır spor dalı olması otoritelerce kabul görmektedir. Bir boksör antrenmanlarında diğer evrensel sporcularında antrenmanda uyguladığı teknikleri çalışmaktadır. Bu savaş sanatı medeniyet var olduğu günden beri kurallı ya da kuralsız olarak varlığını devam ettirmekteydi. Öyle ki dövüşçülere her açıdan bir zenginlik kazandıran ve izleyenleri etkisi altına alan birebir mücadelenin zirveye ulaştığı bir spor dalıdır. Pek çok dövüş sanatına göre sinesinde çok daha az tekniği barındırdığı söylenebilir, ancak birebirde sporcuların ölümüne çıktıkları ringde hayatlarını ortaya koyuşlarına seyirci kalmak pek çok kişi için mümkün olmadığından bu spora başlamıştır. En ilginç hayat hikayesi James Jay Braddock, yaşadığı fakirlikten kurtulmak için gösterdiği kararlılığı ile döneminde ki pek çok insanı kendisine hayran bırakmıştır ve insanların gözünde efsaneleşmiştir. Rocky Marciyano’da adına filmlerin çekildiği boks dünyasının abidevi şahsiyetlerindendir. Boks ile ilgilenip onun adını duymayan bir insanla karşılaşamazsınız, ancak öyle de biri var ki boksa ilgi duyan ya da duymayan herkes onun adını ve kendisine dayatılan zorlukların karşısında ki kararlı duruşunu bilir. Onun adı Muhammed Ali Clay’dir. Boks sporunun tüm dünya tarafından sevilip, tanıtılmasına katkıda bulunmuş ve su götürmez yeteneği sayesinde herkesin bir adım önünde olabilmeyi başarmıştır. Dünya üzerinde 20 milyona yakın insanın Müslüman olmasına vesile olduğu söylenmektedir ve dünya üzerinde asrın sporcusu unvanını alan ilk ve tek sporcudur ki bunu sonuna kadar hak etmektedir.
TAEKWON DO’NUN TARİHÇESİ
Uzak Doğuda yaşayan insanlarda tıpkı diğer insanlar gibi kendilerini korumak için doğuştan gelen bir içgüdüye sahiptirler. Refleks olarak da adlandırabileceğimiz bu temel içgüdü saldırıya maruz kalındığında vücudu korumak için eğilip, kaçmasına verilen genel ifadedir. Savaş sanatları insanların birbirleri arasında girdikleri kavgalar sonucu güçsüz olanın güçlü olanı yenebilmek için yaptığı planlar ve fikirler sonucu ortaya çıkmıştır ki pek çok medeniyet birbirinden bihaber olsa da bu her millette kendini göstermiştir. Biz de buna dayanarak diyebiliriz ki dövüşmeyi öğrenmek, insan tabiatının kendi iç dünyasında var olan bir gereksinim, kurtuluş yoludur. Böylesine bir gereksinim zaman içinde Kore’de kendine Taekwon do adı altında vücut bulmuştur. Korelilerin, Çin, Moğol ve Japonlara yakın olmasından dolayı onların savaş sanatlarından da etkilenmiş ve ortaya koyulan esinlenmelerde savaşlarda düşmanlarla girilen mücadelelerin izleri gözle görülür hale gelmiştir. Yalnız savaş sanatları ile değil, aynı zamanda birbirleriyle ticari etkileşim içinde olan bu devletlerin aralarında ki alışverişler sadece ekonomik bir pazar olarak kalmamış ve savaş sanatları pazarının da büyümesine sebebiyet vermiştir. Ayrıca Kore halkı yoğun bir şekilde Çin felsefesine ait Budizm inancını benimsemiş ve Konfüçyüs’ün izlerini tarihlerine aşılamışlardır.
Kore savaş sanatlarıyla öylesine ilgiliydi ki dövüş teknikleri ve bulunuşu Antik Kore dönemine kadar uzanmaktaydı. Bu yargıyı elbette kaynak olmadan, söylentilere bağlı kalarak belirtmedik. Koreliler erken dönemi anlatan savaş sanatları ile ilgili pek çok kaynağı bizlere ulaştırmayı başarmışlar ve savaş sanatları hakkında ki tarihi eserleri günümüze ulaştırıp Taekwon do’ya ışık tutmuşlardır. Belirli kurallar ve sınırlamalarla boks gibi müsabaka sporu olarak gelişmiş ve bugün dünyanın en çok popüler olan savaş sanatları arasına arasında yerini almıştır. 1988 olimpiyatlarında gösteri sporu olarak tanıtılan Taekwondo, 2000 yılından itibaren resmen olimpik bir spor olmuştur.
Koogoryo (M.Ö.37-M.S.688): Kraliyete ait mezarlıklarda duvarlara resmedilen figürler ve kişiler çağın hayata bakış açısını yansıtmaktaydı. Kakjechong ve Mooyongchong mezarlarının duvarlarında yer alan resimlerde iki savaşçının natürel bir biçimde dövüşe tutuştukları bir motif ele alınmıştı. Mezarlığın girişinde iki tarafta da Keumgang mufafızları yer almaktadır ve buradan 3. Yüzyılda Kore’de silahsız dövüş sanatları eğitiminin verildiği ve yaygın olduğu anlaşılmaktaydı. Koogoryo halkı yaşadıkları dönemde savaşçılıkları ve ölümün üzerine yürüyen cesaretleriyle kendilerinden çok fazla söz ettirmeyi başarmışlardı. İncelenen eserlerin yaşına bakıldığında da anlaşılmaktadır ki Koogoryo halkı kültürlerinin doğuşundan buyana kendilerini dövüş sanatları ile ifade eden Çinlilerden iki yüzyıl önce silahsız dövüş tekniklerini bildikleri ve uyguladıkları ortaya çıkmaktadır. Koogoryo döneminde ‘Sonbae’ adı ile çağrılan kraliyete tamamıyla sağdık bir savaşçı birlik vardı. Bunlar birer asker değil, erdemli ve karakterli savaşçılardı çünkü bunun için eğitim almış ve eğitimlerinde bunun için doğduklarına inandırılmışlardı. Dönemin yaşamını anlatan Chosun hanedanına ait bir kitapta şunlar kaleme alınmıştır:
‘’Her sene Mart’ın 10’unda bir törende insanlar bir araya getirilerek kılıç dansı, okçuluk, suban gibi halktaki zafer coşkusunun unutulmaması amacıyla yarışmalar düzenlenecekti.’’
Silla (M.Ö.57-M.S.825): Hyokkedse ‘Silla Krallığı’nı kurduğunda etrafı güçlü devletlerle sarılı idi ve güçlü krallıkların tehdidi altında bulundukları halde Silla halkı güçlü uluslara yenilmedi ve varlığını Hwaranglar sayesinde 992 yıl (neredeyse bin yıl) sürdürmeyi başarmıştı. Hwarangdo Silla dövüş sanatının bir biçimi olup, savaşçılarının krallığa koşulsuz inanç, güven ve vatanı candan aziz tutma duygularıyla savaşçılar eğitiliyordu. Hwaranglar kraliyet tarafından büyük yarışmalar ile seçildikten sonra birlikler halinde yaşamakta ve bu süre zarfında avcılık, kılıç, binicilik, okçuluk ve Hwarangdo (Taekwondo) ile genç yaşta tanışıyorlardı. Savaşların olmadığı dönemlerde Hwaranglar acil müdahale, kale ve yol işçiliği ile ilgileniyorlar ve savaş zamanında, savaş meydanlarına çıkıp gerekirse krallıkları için gözünü kırpmadan canlarını feda ediyorlardı.
Budizim’den etkilenen Hwaranglara zaman içerisinde Budist rahipler hocalık yapmaya başlamış ve savaşçıların manevi dünyalarında derin izler bırakmışlardır. Rahip Wonkwang Popsa Hwarang’ın hayat felsefesini anlatan Beş Emri yazmıştır:
1.Krallığa daimi sadakat ile hizmet etmek
2.Anne ve babaya her daim sevgi ile yaklaşmak
3.Dostlarına karşı dürüst olmak
4.Savaş meydanlarından asla kaçmamak
5.Ayrım gözetmeksizin gereksiz yere can almaktan kaçınmak
Silla Kraliyetinin büyük liderlerinin çoğu aynı zamanda Hwarang üyeleridir.
Baekje (M.Ö.18-M.S.661): Bir dönemin ruhunu bir milletin savaş sanatında ki tekniklerinden ve savaşlarda ki sergiledikleri taktiklerden okumak mümkündür. Koogoryo, Baekje ve Silla birbirleri arasında mücadelelere devam ederken, Çin’de yarımada üzerinde gövde gösterileri yaparken Baekje krallığıda savaş sanatlarında Koogoryo ve Silla’dan geri kalmamış ve aynı zamanda en az onlar kadar eseri gelecek kuşaklara miras bırakmışlardı. Krallık zamanında halk dövüş sanatlarına yoğun ilgi göstermiş ve savaştan ziyade bakış açılarını sportif aktivitelere dönük olarak değiştirmişlerdi. Halkın en sevdiği spor silahsız dövüş olan Tosunkongkwon olmuştu. Bu oyunları kazanan kasabanın kahramanı ilan edilir ve savaş zamanlarında çiftçilerden oluşan askerlerin komutanı olarak görev üstlenirlerdi.
628 yıl devamlılığını sürdüren Baekje krallığı binicilik, okçuluk ve dövüş sanatlarına ilginin çok ötesinde hayatlarında bir yer vermiş ve sevmişlerdi. Krallıkta yalnızca askerler değil, aynı zamanda halk da dövüş sanatlarına büyük bir ilgi göstermiş ve ustalaşmışlardı (ulus da savaş sanatlarında eğitim görmüş birer savaşçıydı). Baekje krallığı Uija döneminde, Silla ve Çing güçlerine karşı girdiği savaşta yenildiği 660 senesine kadar varlığını sürdürmüş ve halkına sevgi ile yaklaşan bir krallık olmuştur.
Koryo (M.S.918-1392): Silla’dan sonra Kore birliğini sağladı ve 5 asır boyunca varlığını sürdürmeyi başarmıştı. Koryo kraliyeti Subak’ı daha sistematik olarak ele aldı ve askeriyedeki talebelerin giriş sınavlarında zorunlu bir değerlendirme ölçüsü olarak ele alındı. Subak sanatındaki tekniklerde ölümcül darbeler üzerinde yoğunlaştırıldı ve askerlerin kendileri birer silaha dönüştü. Ayrıca savaş meydanlarında, savaş provaları yapılan eğitimlere çeşitli aktivitelere de yer vererek askerler zorlu koşullara hazırlıklı hale getirildi. Kore yarımadasında birlik sağlandıktan sonra kraliyetin ve halkın birincil beklentisi ulusal güvenliğin uluslararası tehditlere karşı savunulması olmuştu. Halkın arasından çıkan yetenekli ve azimli dövüşçüler doğrudan subay olarak orduya alındıklarına dair pek çok kaynakta kanıtlar mevcuttur.
Subak dövüşçüleri arasından bazıları o kadar ustalaşmıştı ki sıradan dövüşçülerin hayal edemeyeceği güç gösterilerini yaparken halkın arasında efsaneleşiyorlardı. Çıplak el ile yaptıkları vuruşlar öylesine güçlüydü ki kimi zaman duvarları dahi parçalıyorlardı. Subak, Koryo krallığı döneminde popularitesini hiç olmadığı kadar arttırdı ve festivallerde kralların önünde Subak maçları düzenlenmeye başlandı. Elimizdeki tarihi kayıtlar incelendiği zaman Subak yalnız savaş sanatı olarak değil, meydanlarda yapılan müsabaka sporu da olduğu ortaya çıkmaktadır.
Yi (Chosun)(M.S.1393-1910): 18. Yüzyılın son çeyreğinde Kral Chongjo, Yi Deokmoo’dan savaş sanatları hakkında detaylı ve anlatımı açık bir eseri kaleme almasını kendisinden rica etti (Bu rica onun için bir emirdi). Deokmoo, hükümdar için hazırladığı bu kitapta savaş sanatlarını tüm ayrıntılarıyla açıkladı ve krala takdim etti. Bu kitap özellikle silahsız olarak yapılan (yumruk ve tekme kullanılarak) dövüş tekniklerine tüm detaylarıyla yer veriyordu ve ayrıca içeriğinde Taekwondo temel figürleri ve poomsae’lerden 40’a yakın teknik hareketin çizimlerine de yer verilmişti. Ülke savunma sanayisi için üretilen silahlar yenilendikçe, dövüş sanatları merkezi hükümetin desteğini zamanla kaybetmeye başlamıştı çünkü artık savaşlarda dövüş teknikleri işe yaramaz hale gelmişti (Tüfek icat olundu, mertlik kayboldu – Köroğlu).
Yi Hanedanlığı öğretilerini, Konfüçyüsçü temel fikriyat üzerine oturtmuştu ve bunun sonucu olarak Budizm dini zayıflamaya başladı. Savaş sanatlarından ziyade Konfüçyüs edebi öğretileri burada ön plana çıkmaktaydı ve bununla birlikte Yi Hanedanı arşivlerinde, subayların kendilerine asker seçmek için Subakhui dövüşleri tertip ettiklerini ve de bu dövüşlerde rakiplerinden üçünü yenilgiye uğratan dövüşçünün orduya alınmalarına izin verildiği kayıtlara geçmişti. Aynı zamanda hükümdarların festivallerde Subakhui karşılaşmalarını izlemekten büyük keyif aldığı da Kore arşivlerinde yazmaktadır. Amerikalı Antropolog Stewart Culin 1895 yılında, Kore oyunlarını incelemek için Kore’ye bir seyahat planı hazırladı ve burada ki oyunları seyretmek için Kore’ye geldi. Stewart Culin, burada izlediği müsabakalar hakkında bir kitap yayınladı (Kitabın adı Kore Oyunları) ve eserinde Taekkyon maçında karşılaşan iki çocuğun resmini de kitabına koydu. Taekkyon, halk arasında öylesine ilgi görmüştü ki bahis severler dahi bu müsabakalar üzerine kumar oyunları tertiplemeye başlamışlardı. Bunun sonucunda da Yeni-Konfüçyüsçü düşünceye sağdık olan hükümetten kumarın halk arasında yasaklanmasını öngören yeni kanuni düzenlemeler çıkarıldı, ancak Taekkyon 20. Yüzyılın sonlarına kadar devamlılığını korudu ve bu tarihten sonra bu dövüş sanatı faaliyeti uygun olmayan icraatlar olarak kabul görmeye başladı. Bunun sonucu olarak da Konfüçyüsçü hükümet yasalarıyla yavaşça Kore kültüründen Taekkyon’u silmeye başladı.
Taekwon do dövüş sanatı, 1943 yılında Kore halkının istiklaline kavuşmasının ardından resmi makamlar nezdinde bir bağımsızlık kazandı ve bu tarihten sonra bu dövüş sanatı Kore kültürünün bir parçası olarak dünya genelinde yaygınlaşmaya ve açılmaya başladı. 16 Eylül 1961 yılında Kore Taekwon do birliğinin kuruluşuyla bu dövüş sanatı yasal hale getirildi ve 25 Haziran 1962 yılında Taekwon do ulusal oyunlar kapsamına dahil edilerek tam anlamıyla yasal hale getirildi. 1965 yılında Taekwon do 8 farklı sıklette ulusal bir şampiyona düzenledi. Gelecek yıl ise ortaokul, lise ve üniversite öğrencileri arasında ve bireysel dallarda Kore, Birinci Ulusal Kore Taekwon do şampiyonasını tertip etmişti. Bu gün dünyanın en yaygın ve tercih edilen dövüş sanatları arasında yerini alan Taekwon do, her geçen gün popülaritesini arttırmaya devam ettirmektedir.
KİCK BOKS’UN TARİHÇESİ
Kick Boks dövüş tekniklerini tarihsel olarak Karate, Thai Boks ve Batı Boksunun bir araya getirilmesi sonucu meydana getirilmiş bir dövüş sporudur. Kick Boks, eğitimleri genellikle savunma amaçlı olarak tekme ve yumruk kullanılarak öğretilen bir spordur. Tarihin labaratuvarına baktığımız zaman Kick Boks’un temelleri Asya’da 2000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Japon Kick Boksu 1960’lı, Amerikan Kick Boksu 1970’li yıllarda meydana gelmiştir. Japon Kick Boksu 1993 senesinde K1’e dönüşmüştür ve şu anda dünyada oldukça popüler hale gelmiştir. Tarihsel açıdan Kick Boks çeşitli geleneksel formların birleşiminden meydana gelen karma bir dövüş sanatıdır. Bu formlar 1970’li yıllardan günümüze çeşitlenerek gelişmiş ve günümüzde Kick Boks popüler hale gelmiştir. 1990’lardan başlayarak bu dövüş sporunda ki tekniklerin bir araya gelmesiyle birlikte karma dövüş sanatlarının oluşmasında katkı sağlamıştır.
1976 yılına gelindiğinde Avrupa’da yaygınlaşan Kick Boks, WAKO’nun çatısı altında ilerlemeye ve gelişmeye başlamıştı (WAKO’nun kurucusu George Bruckner’dır). 1978 senesinde Mr. Bruckner 18 ülkeden 110 sporcunun katılımıyla Semi Contact ve Full Contact Karate dallarında Dünya Şampiyonası düzenleyen ilk kişidir. Ayrıca WAKO, yeni dövüş sporlarının oluşmasını sağlamak amacıyla Kick Boks’un kurallarında yeni düzenlemeler oluşturmaya başladı ve özgün bir Kick Boks Federasyonu ile dünya genelinde sporculara hizmet vermeye devam etti. Federasyona üye her ülke sadece bir dövüşçü ile temsil edilmekte ve bu sayede dünya çapında uluslararası en iyi sporcuların ortaya çıkması sağlanmaktaydı.
1991 senesinde WAKO Madrid’de düzenlenen bir toplantıda Low Kick adında ki bir branşın müsabakalarının düzenlenmesi kararını aldı. İlk zamanlar birkaç ülke bu branşa dahil olsa da Low Kick’e duyulan ilgi hızla ilerlemeye başlamıştı. WAKO ile rekabet eden ulusal çarplı farklı organizasyonlarda bulunmaktaydı ve WAKO ile rekabet halinde bulunan tekliflerle federasyonun karşısına çıkmaktaydı. WAKO, WKA’nın sunduğu teklifi göz ardı etmiş ve kurduğu yeni branşı farklı bir şekilde uygulamaya koymuştu. Bu sayede Muay Thai’de kullanılan kaval vuruşları ve kavala karşı nasıl blok uygulanacağı öğretilmeye başlandı ki bu sebepten dolayı Low Kick çalışan dövüşçüler Muay Thai dövüşüne ilgi duymaktadır. Genel anlamda branşlar arası tekniklerin birbirine benzemesi dövüşçülerin branşların tarihini ve kullanışını bilmeleri aradaki zihinsel farkın ne ölçüde olması gerektiğini de anlamalarını sağlamaktaydı. Bunun farkında olan WAKO 2000 yılında Thai-Kick Boks, 2010 yılında da Kick Light dövüş dallarını resmi olarak diğer branşları arasına ekledi.
WAKO düzenlediği turnuvalarında yarışmadan önce her bir dövüşçünün vatandaşı olduğu ülkesinde zorunlu ve uzun bir seçmeye tabi tutulmaktadır. Aslında bu dövüşçüler zaten Kick Boksta belirli bir branşta kendi sıkletinde ülkelerinin ulusal şampiyonlarıdır. WAKO 8 farklı Kick Boks stilini tavsiye etmektedir. Bunlar Semi Contact, Light Contact, Full Contact, Low Kick, K1, Aero- Kick Boks, Müzikal Form ve Kick Light olmak üzere çeşitli kuralları bünyesinde barındıran branşlardan oluşmaktadır. Beş branş tatami üzerinde uygulanırken, diğer üç branş ringde sporcuların karşılaşmalarıyla uygulanmaktadır. Bu sebeple WAKO mümkün olan en iyi Kick Boks müsabakalarının garantisini vermektedir ve WAKO’nun titizlikle değerlendirdiği altın madalyalı sporcuları, sahte değil. Gerçek Şampiyonlardır! Bugün WAKO’ya bağlı beş kıtada 110 milletin dövüşçü bulunmaktadır ve geneli federasyona bağlı en güçlü Ulusal Kick Boks Organizasyonlarını birleştirici sorumluluklara sahiptirler. WAKO’ya günümüzde 90’a yakın ulusal federasyon üyedir ve federasyonlar resmi olarak kendi ulusal komitelerce ve de devletlerin spor bakanlıkları tarafından da tanınmaktadır. Dünya da 15 binden fazla kulüp ve milyonlarca Kick Boksçunun olduğu muazzam büyüklükteki bir alanda faaliyetlerine devam etmektedir. WAKO her yıl ulusal ve uluslararası binden fazla amatör ve profesyonel organizasyonlar düzenlemektedir.
MMA’İN TARİHÇESİ
Karma Dövüş Sanatları M.Ö.648’de Antik Yunan medeniyetinde düzenlenen olimpiyatlarda Pankreas adında sporun bir kolu olarak katılmıştı. Pankration kelimesi Yunancadaki ‘’Pan(Tüm)’’ ile ‘’Kratos(Güçler)’’ kelimesinden türetilerek ortaya konulan bir kavramdı. Pankreas Helenik boks ile güreşin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir dövüş sanatıydı. Müsabakalarda yalnızca iki kural vardı; rakibi ısırmamak ve diğeri de rakibin gözlerini parmakla oymamaktı. Müsabakalar dövüşçülerden birinin bilincini kaybetmesi veya yenilgiyi kabul etmesiyle sona erdirilirdi, ancak kimi zamanda dövüşçülerden birinin hayatını kaybetmesi ile son dövüş son bulurdu. Müsabakalarda uygulanan teknikler arasında yumruklar, eklem kilitleri, fırlatmalar, dirsek ve diz vuruşlarına da müsamaha gösterilirdi ve dövüşçüler bu alanda öylesine ustalaşmıştı ki Büyük İskender, Pankreasçıların silahsız dövüşteki yeteneklerinden dolayı ordusunda ki birlikleri buralardan temin ederdi. M.Ö.326 senesinde Hindistan seferinde Büyük İskender yanı sıra pek çok Pankreas savaşçısını da yanında getirmişti. Elde edilen eserlerin incelenmesi sonucu varılan yargıya göre pek çok Asya savaş sanatlarının doğuşu da bu dönemde meydana gelen üstünlüğün anlaşılmasından ve öğrenme isteğinden ötürü ortaya çıkmıştır. Pankreas karma dövüş sanatlarının geçmişte benzerinin olduğu düşünülen ilk resmi formunu oluşturmaktadır.
Yunanistan’daki Pankreasa olan ilginin zamanla yok olması, Roma İmparatorluğunun doğuşuyla aynı döneme denk gelmektedir. İlerleyen zaman içerisinde diğer dövüş sanatları Pankreas’ın önüne geçmiş ve Boks ile Güreş dünya çapında daha çok hakim konuma gelmişti. Bu durum Brezilyada ki Rio de Janeiro’da ilk kez 1925 senesinde Karma Dövüş Sanatları uygulanmaya başlanana kadar bu durum böyle asırlar boyu süregelmişti. 1801 senesinde İskoçya’dan Brezilya’ya göç eden George Gracie, kuzaydoğu Brezilya’nın Para bölgesinde yaşamaya başlamıştı. Aynı bölgeye 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde Japon Mitsuo Maeda da göç etmişti. Maeda bölgede kurulan kolonide Japon hükümetinin resmi elçisiydi ve Graci’nin soyundan gelen Gustao ile samimi iki dost olmuşlardı. Ayrıca Maeda tanınan bir Judocuydu ve onun oğlu Carlos ile birlikte Judo çalışmaya başlamıştı. Carlos, Maeda ile yaptığı çalışmalara özen gösteriyor ve Judo’yu öğrenebilmek için sürekli Maada ile bir araya geliyordu.
Maeda Japonya’ya geri dönmeye karar vermişti çünkü durumlar bunu gerektirmekteydi. Carlos, sevgili hocasından öğrendiklerini unutmamak için her gün çalışmalarına devam etmekteydi ve Carlos öğrendiği Judo sanatının yanı sıra her öğrendiği yeni tekniği de bu sanatla birleştiriyor ve çalışmalarında karma dövüş sanatlarına yenilikler katıyordu. Konu belirli tekniklerle bir kişi alt etmekten çıkıyor ve olay bir kişi alt etmenin bütün yollarını keşfetmeye onu sürüklüyordu. Carles ve Helio (Carlos’un kardeşi) pek çok dövüş sanatından dövüşçünün bir araya geleceği Antik Yunan Pankreas karşılaşmalarını çağrıştıran Vale-Tudo karşılaşmalarına katıldılar ve Helio Gracie müsabakalarda karşısına çıkan boksörleri, güreşçüleri, karatecilerin hepsini yenilgiye uğratmayı başardı.
Zaman içerisinde izleyicileri kendine hayran bıraktığı ve kitlelere keyifli anlat yaşattığı için Vale-Tudo karşılaşmaları Amerika’da da organize edilmeye başlanmıştı. Gracie kardeşlerden Rorion, Tayland’a düzenlediği seyahatleri sırasında illegal karma dövüş sanatları dövüşlerine tanık olmuş olan Art Davie ve Bob Meyrowitz ile birlikte Ultimate Fighting Championship’i kurmuşlar ve dünyanın ilgiyle takip ettiği ve birbirinden eşsiz dövüş karşılaşmalarının düzenlendiği modern kafes dövüşlerini kurmuşlardır. Her ne kadar kurulduğu dönem içerisinde zaman, raunt kısıtlaması ya da bazı ekipmanların bulundurulma zorunluğu olmasa da müsabakalarda dövüşçülere göz oyma, ısırma, balık kancası gibi rakibin üzerinde şiddetli sakatlık meydana getirebilecek teknikler yasaklanmış ve kafese kurallar konulmaya başlanmıştı. Ayrıca müsabakalar hakemin ayırması, nakavt veya rakibin söz ya da işaret diliyle kaybettiği belirten davranışları ile de dövüş sona ermekteydi.
OSMANLI OBA BOKSU
Yağlı Güreş, Boks, Taekwondo, MMA,